Yaklaşık 6 ay kadar önce eşimle beraber Amerika'ya taşındık.
Yeni evliler olarak, yerleşelim, alışalım derken; zamanla düzenimizi oturttuk.
Sıra, sosyalleşme faslına geldi.
Aktivite bolluğundan önceliği nereye versek diye düşünürken, bir turnuva imdadımıza yetişti.
Evlilikte hayat müşterek derler.
Evinizi, duygularınızı, düşüncelerinizi paylaştığınız insanla, tutkusunu da paylaşır hale geliyorsunuz.
Yani, o maça iki bilet alınıyor :)
Maç dediğimizde biz Türklerin aklına genellikle futbol gelir.
Bizse, tenis maçına gidiyoruz.
US Open Tennis Championship (Amerika Açık Tenis Sampiyonası) için sizleri Flushing Meadows' a götürmeden önce, hazırlık sürecimden kısaca bahsetmeliyim.
Temmuz ayında Wimbledon Tenis Turnuvası'nı bolca takip ettiğimizden, maça giden ahalinin giyim kuşamıyla ilgili teknik bilgim mevcuttu.
Cambridge Düşesi ve Sussex Düşesi'nin kendine has tarzları bir yana, birçok hanimefendinin cok şık giysilerle arz-ı endam ettikleri malumunuz.
Küçük çaplı bir araştırmadan sonra (ki en az 2 gün sürdü), az çok ne giyeceğimi kafamda tasarlamıştım.
Maçlar 2 bölüm halinde yapılıyordu: Gündüz seansı ve akşam seansı.
Turnuvanın başladığı pazartesi günü, Arthur Ashe adlı ana stadyumda, akşam seansındaydık.
İş çıkışı maça gideceğimiz için, öncelik "business attire" dı. Püf noktası ise, kıyafetin sıkıcı olmamasıydı.
Elbise - ceket kombinini tercih eden ben, parmak arası terlikle gelen Amerikalıları görünce bir hayli şaşırdığımı itiraf etmeliyim!
Çesit çesit görünümlü birçok insan, ilk tur beklentilerimi karşılayamamış olsa da; aynı akşam Serena Williams ve Roger Federer'in maçlarını izlediğimize bir hayli memnun oldum.
Serena, tam beklediğim kıvamda bir oyun kurdu. Tüm gücüyle gelen topları karşıladı.
Sonrasındaki Federer maçı, tempo olarak daha yavas basladı. Nitekim, o da hızlanarak zaferle son buldu.
Yine de bir noktayı söylemeden geçemeyeceğim: Roger traş olsaymış daha iyi olurmuş :)
Kendisine sponsor olan saat markasının kusursuzluğuyla bütünleşebilirmiş.
Çıkışta, ertesi gün maclarına gitmeye çoktan karar vermiştik.
Çünkü sırada, Nadal vardı!
3 kademe halindeki stadyumun, ilk kademesinde yerlerimizi aldik.
Özel firmalara ait boxların da bulunduğu bu bölüm, giriş itibariyle de diğer bölümlerden farklıydı.
US Open ürünlerinin satıldığı mağazanın konumlandırması da başarılıydı.
Maçın kazananı, beklediğimiz üzere Rafael Nadal oldu. (Bu yazıyı yazdığım esnada, kendisi bir diğer maçını kazandı :) )
Her ne kadar saçlarının seyreldiği ve yaş aldığı söylense de, atletik yapısı itibariyle enerjisi çok yüksek. Tecrübesini ve fiziksel avantajını çok iyi dengeleyerek, turnuvayı kazanacağını düşünüyorum.
İlerleyen günlerde hep beraber izleyeceğiz.