Öncelikle ModaHayat ailesi olarak vakit ayırıp bu güzel söyleşinin bir parçası olduğunuz ve bizlere zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
1) Öncelikle merhaba, kendinizden biraz bahseder misiniz ?
Kendinden bahsetmek en zor şeydir derler. İzmirliyim. Karşıyakalı. Çocukluk dizi film gibi bir şehrin sokaklarında geçti yani. Kendimi bildim bileli spora aşık oldum; hem izlemeye hem de bilimum sporları uygulamaya… Tabii bir de filmlere. Film izlemeye de bayılırım. Sonra yıllar geçtikçe seyahat eklendi bu duruma. Sonra üniversitede gazeteciliği seçtim. Aslında mesleğim tüm aşklarımın birleşimi oldu. İnsan biriktiren, anı biriktiren bir hayat oldu gidiyor…
2) Spor’a olan ilginiz nereden geliyor ? Daha önceleri bu işi yapacağınızı tahmin ediyor muydunuz ?
Küçük yaştan beri spor aşığıyım. Bir dönem Karşıyaka’nın altyapısında basketbol oynadım.. Lisanslı yüzücüydüm. Spor benim için bir tutku. Oturup spor kanallarını, ekranda var olan spor karşılaşmalarını, olmadı spor filmlerini izlemek en büyük hobim. Ve tabii spor kitapları edinip okumayı da es geçmeyelim. Lisede sınıf ya da okul maçlarından sonra panoda kendi spor gazetemizi oluşturur. Gazetelerden kestiğimiz manşetleri kesip biçip birleştirerek kendi başlıklarımızı atardık. Okulun son günü bir gazeteden ‘İlk Kez Ağladım’ manşetini kesip pano gazetemize astığımızı hatırlıyorum. Şimdi düşününce biler güzel manşet seçmişiz… (Sinyaller vardı yani). Deli gibi spor dergisi okurdum. O zaman internet bu kadar hayatımızda değildi ve dergilerin yeri ayrıydı. Mesela Fast-Break dergisinin eski sayılarını bulmak için sahaf sahaf gezdiğimi hatırlıyorum Karşıyaka sokaklarında… Daha sonra Üniversite’de Gazetecilik bölümünü seçtim (Şartlar olgunlaşıyor) Benim için basketbolun yeri ayrıdır. Basketbolcu olmayı çok isterdim ama olmadı. Bir gün Phil Jackson’ın yazdığı bir yarı-biyografi kitabını okuyordum. Ve kitabı bitirip çayımdan bir yudum aldıktan sonra ’İşte ben bunu yapmak istiyorum’ dedim. Yazacaktım, konuşacaktım ve spor dünyasının içinde kalacaktım. Sonra stajlar, uğraşlar vs… O andan sonra hayatım bir anlamda çizilmiş oldu aslında. (Ve tabii Okay Karacan’ın yeri ayrıdır benim için… Bu işi yapıyorsam bu konu konuşuluyorsa Okay abi’nin adını anmadan geçemem…)
3) Medya ve Televizyon sektörünün avantaj ve dezavantajları nelerdir ?
Her sektörün kendine ait avantajları ve dezavantajları var. Şimdi burada oturup medya sektörü şöyle kötü böyle gergin diye anlatamam; hayatta bana en fazla keyif veren olgulardan birine haksızlık olur. Çünkü ben bu işi öyle fasa fiso değil, gerçekten seviyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim bu bir yaşam biçimi. Hayatınız bu iş olur adımınızı attıktan sonra. Ben birçok özel insanla tanıştım, çok özel yerlerde bulundum ve dünyanın en keyifli sektörlerinden biri olarak tanımlıyorum medyayı. Elbette kötü yanları, zorlu şartları, yağmurları çamurları var. Ancak hayat böyle sürekli güneşli hava, serin bahar rüzgarları ile yaşanmıyor hayat…
4) Spor hakkında televizyon yayını mı yapmak zor yoksa yazmak mı zor ?
İkisi çok farklı kavramlar… Bir kere yayın sürekli sıcak. Sürekli canlı; ve hep var. Yayın New York gibi asla uyumayan şehir. Hep var olmalı hep değişmeli ama aynı anda hep bir istikrarda kalmalı. Bu bambaşka bir şey. Yazmak ise başka bir yol. Herkes her şeyi öğrendiğini sanırken bambaşka bir şey vermeniz lazım ortaya. Belki aynı şarkıyı çalacaksınız ama daha akustik versiyonu olacak. Sizin sesiniz sizin enstrümanlarınız. İkisi de zor ikisinin de keyfi ayrı.
5) İlk başladığınız zamanla, şimdiki zaman arasında performansınızda ne gibi değişikler oldu ? Nasıl geliştirdiniz kendinizi ?
Sporun içinde kalıp çok farklı branşta çok farklı işler yaptım. Her anı bir tecrübe, kola eklenen yeni bir bileklik. Umarım takip edenler daha iyi olduğunu düşünüyordur ilk güne göre, ben öyle düşünüyorum. Başka bir açıdan bakayım. İlk güne göre daha farklı tabii ki, Matrix’in Matrix olduğunu bilmek gibi. Rakamları görüyorsunuz bir noktadan sonra….
6) Futbolu çok yakından takip ediyorsunuz. Tabi ki sizi daha önceki Formula 1 kariyeri ile de tanıyoruz ama Türk Futbolu ile yurt dışını kıyaslamanızı istesek neler söylersiniz ?
Farklı dünyaların insanlarıyız derim. Mike maçtan çıkınca metroya binip Liverpool caddesindeki Joe Pub’a gidiyor ve geri kalan hayatını sürdürüyor mesela. Bizde öyle değil. Hayatta esas olan ne kaçırıyor çoğu zaman. Uzun şimdi Sefa bu soruyu cevaplamak. Aslında bir kültür sorusu soruyorsun bize. Hayata yaklaşışımız gibi çoğu zaman da futbola yaklaşma halimiz. Sabırsız, gergin, sadece kendimiz kazanalım yeterci… Tüme varım yapmam lazım. Vardığı kadar, varmadığı kader. Öyle bir şey. Yoksa oturup, 4-2-3-1, 4-4-2 konuşuruz da havada kalır. Sonuçta Van Persie de geldi oynuyor Türkiye’de Mario Gomez de… Bazı şeyleri değiştirelim ki her yere yansısın. Uzun bu sorunun cevabı. Cevap değil aslında tez olur. Uzatmadan tez bitireyim.
7) Türkiye’ye gelen yabancı futbolcular hakkında neler söylersin. Sizce Türkiye, Katar öncesi son durak mı ?
Öyle olduğunu düşünmüyorum. Bunu düşünürek gelen isimler de var tabii ama geldikten sonra öyle olmadığını görüyorlar. Ve kanımca bir noktada bu algı kırılmayı başladı. Bugün Van Persie’yi Real Madrid alsa kimse şaşırmaz dı ya da Mario Gomez’i. Sneijder dünyada hangi takımda oynamaz. Katar öncesi son durak değil burası, bu algı bir noktada var mı var. Değiştirmek kime düşüyor, piramidin en üstünden en altına ‘Ben sporumuzun içindeyim’ diyen herkese. Başkanından izleyicisine. Yoksa Son Durak deyince film geliyor aklıma ki o filmden bile 6 tane çekildi.
8) Türk futbolunun geleceği hakkında neler söylersin ? Ardalar, Enesler artacak mı ? Özellikle Fatih Terim ile Milli Takım ve alt yapımız ciddi anlamda yeni projelerle alt yapıya önem verilmeye başlandı tabi bunun yanında çok güzel tesislerde kazandırıldı ülkemize. Sence bütün bu çalışmalarla Türk futbolu yeniden canlanır mı ?
Artacağını düşünüyorum. Gençlerimiz artık dünya görüşü daha geniş insanlar olarak yetişiyor. Okumak, izlemek, dinlemek, konuşmak çok önemli. Sosyal medya olsun, internet olsun, tüm bu dallar sayesinde ağacın tümünü görmeye başladı çocuklar. Tesisler haklısın çok önemli ama içinde insan o tesisleri beton yığınından çıkarıp yaşayan bir varlık haline getirecek. Yabancı sınırının kalkması da çok önemliydi. Artık başka ülkelerde farklı liglerde birçok oyuncumuzu göreceğiz. Nantes’ta West Ham’da… Bak böyle böyle lokallikten çıkıp globalliğe varacağız işte. Bir de büyük turnuvalarda olmak çok önemli. Hep olmamız lazım. Algımız çok önemli
9) Evet birazda güncel sorulara gelelim. Bu sene Süper Ligde çok ciddi transferler yapıldı. Bu transferler hakkında ne düşünüyorsun ? Şampiyonluk yarışında sence kim önde ?
Ben Beşiktaş ve Fenerbahçe’yi yarışın iki başrol oyuncusu olarak görüyorum. Beşiktaş oturmuş kadrosu ile bir adım önde. Biraz sene sonunu nasıl oynayacaklarına bağlı. Stadı olsa net favoriler derdim. Fenerbahçe ise en zengin kadroya sahip ama kimyanın oturması onların ipi nerede göğüsleyeceğini belirler.
10) Bu arada liğimizde oynayan oyuncuların bireysel performanslarını değerlendirecek olursak en çok dikkatini çeken oyuncular kimler ? Veya daha önce aklında kalan oyuncular var mı ?
Tabii ki Gökhan Töre. Bence özel yapım bir makine gibi. O kadar güçlü, o kadar hızlı ve teknik ki, sanki bir özel serumla süper kahramana dönüştürülmüş gibi. Ayağında topla bindirirken sanki bir tren sağ kanattan frenleri boşaltmış geliyor diyorsunuz. Bir de Oğuzhan Özyakup. Biraz güçlenirse Mesut Özil’den daha iyi olur. Bu kadar kusursuz bir oyun zekası dünyada çok az futbolcuda vardır.
11) Mesleğe başladığınız günden bu yana aklınızda kalan anılarınız var mı ? Şunu da unutamam dediğiniz ?
Sanırım bu sorunun cevabından keyifli bir kitap olur (ki düşünüyorum). Hangi birini anlatayım bilemedim. Brezilya’daki Dünya Kupası’ndan, Formula 1 zamanlarından diğer seyahatlerden pek çok anı var aklımda. Ancak şimdi ilk olarak aklıma Michael Schumacher geldi. Kendisiyle 2011 yılının Mayıs ayında Istanbul Park’ta özel bir röportaj yapmıştık. Çevresinde hare varmış gibi dolaşıyordu. Çok özeldi. Meslek hayatımda asla unutamayacağım bir röportajdı. Şimdi Schumi’nin zor anlarına dair haberleri görünce hep o röportaj ve sonrasındaki sohbetimiz geliyor aklıma. Sanırım bu sorunun cevabı gerçekten bir kitap olacak.
12) Muhabir olarak yayına başlamadan önce nasıl hazırlanıyorsunuz ?
Sanırım bir noktadan sonra otomatiğe bağladı. O yayın artık ne yayını ise o yayını yaşıyorum diyebilirim. Bu bir tarz meselesi. Mesela herkes çıkıp bir takımın 11’ini sayıp, sakat cezalı oyuncuları söyler. Ne söylediğin kadar nasıl söylediğin de önemli. Çok okur, çok izlerim. Sonra şarkıyı kendim yorumlarım. Sanırım benim tarzım hep şarkıların akustik versiyonu…
13) Bu meslege yapmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz ?
Kendinize ve hayata inanın. Mutlu ve istekli kalmaya çalışın hep hayatta. Hırslı değil azimli olun. Fazla hırs sonunda kendine zarar verir. Bunu çok gördük. İyi insan biriktirin. Kendiniz olun. Saygı ve sevgi çok önemli. Ama her şeyden önemlisi sevgi. Bu bir meslekten öte bir yaşam biçimi unutmayın. Mesela ben yaptığım işe aşığım. İşte o zaman bir gün bile iş olarak görmezsiniz bunu. Artık sizin bir parçanızdır.
14) Bu arada ligimizde en şık giyinen ve en şık giyinmeyen futbolcular kimler sence ?